22 Ağustos 2011 Pazartesi

Evren Denilen Zaman Makinesi...


Şiiii… Sevgili okur... Şiii! Bu kelimelerden inşa edilmiş cümleleri, lütfen içinden oku ve burada okuduklarını sakın başkalarına anlatma. Ama sakın unutma… Çünkü bu, boşluklarla ve noktalamalarla süslenmiş olan, harflerin açtığı kasada, geleceğin dünyasının bilgileri var. Hem de bir çok şeye kanıt gösterebilecek kadar.



Evren denilen zaman makinesinin içinde, geleceğe gitmeye devam ediyoruz ve her geçen zamanla birlikte, geleceğimizi geçmişimiz yapıyoruz. Tik, tak, tik, tak… İşte karşında gelecek. Tik, tak, tik, tak… Şu anda sana gelecekten yazıyorum. Fakat ne yazık ki,yazdıklarımı geçmişimin içinde kaybediyorum.Tıpkı senin bu yazıyı okurken yaşadığın gibi… Dakikalar, hayata dair geri sayıma devam ederken, yaşanması gereken şeyleri yaşamama, yapılması gerekenleri yapmama,okunması gerekenleri okumama, izlenmesi gerekenleri izlememe, yazılması gerekenleri yazmama, konuşulmaması gerekenleri konuşmama hakkına sahipsin ve konuştuğun her şey aleyhinde delil olarak kullanılabilir. Çünkü bu lunaparktaki dönme dolap dünyada, yaşadığın her gün, çarpışan otomobil oyunu yapısında ve sen direksiyonunu nereye çevirirsen oraya gidiyor. Bazen sen başkalarına çarpıyorsun, bazen başkaları sana ve bazen de çarpışmadan… İşte yaşam böyle akıp giderken teknoloji  hız kesmeden ilerlemeye devam ediyor. Çünkü ülkeler teknolojinin “güç”  olduğunu çok iyi biliyor ve ellerindekini en gelişmiş yapmak için büyük kaynaklar ayırıp, çalışmalar yapıyor.  Fakat gelişen, değişen ve kullanılabilitesi artan teknoloji,her adımda yapboz gibi olan hayatımızdan bir parçayı alıp götürüyor. Tıpkı tekerleğin icadıyla, hamallık mesleğinin eski değerini yitirmesi gibi…  Silah teknolojisiyle mertliğin bozulması gibi… Kredi kartıyla birlikte daha çabuk ve çok borca girebilmemiz gibi… Umumi tuvaletlerin açılmasıyla, amatör yazar sayımızın artması gibi… Elektronik posta hizmetlerinin, postacı amcayı sevdiği mektuplarından etmesi gibi… Tıpkı kontrolsüz internet paylaşım platformlarının, insan ilişkilerinde meydana getirdiği soğuma ve bilgi kirliliği gibi… Sanal dünyanın, özgür mahkumlardan ordular oluşturduğu gibi… Telekomünikasyon teknolojileri yüzünden,karşılıklı görüşmeyi unuttuğumuz dostlarımız,arkadaşlarımız gibi… Bir organı gibi cep telefonunu yanında taşıyan toplumlar oluşturduğu gibi…


Peki gelecek günlerde bizi neler bekliyor?  Nasıl şeylerle karşılaşacağız? Gelecekte bir gün gelecek fakat, biz geleceğin geldiği yere gelebilecek miyiz? Ama her ne olursa olsun,bu günden yarınlara baktığımda bir çok çocuk oyununu kaybedeceğimizi ve o güzelim oyunların oynanmayacağını net olarak söyleyebilirim. Mesela saklambaç… Geleceğin dünyasında teknoloji o kadar gelişmiş olacak ki kimse saklanamayacak. Eeee! Saklanamıyorsak niye oynuyoruz diyerek oyunu tedavülden kaldıracaklar. Çünkü “Önüm arkam, sağım solum, saklanmayan, ebe sobe!” dedikten 15sn sonra ebe, kolundaki saate bakıp, herkesin saklandığı yeri, uydulardaki termal kameralar sayesinde ya da koku reseptörlerini kullanarak ya da hareket algılayıcılar aracılığıyla ya da en basit teknolojiyle, yanında taşıdığı cep telefonu sayesinde yerini hemen belirleyebilecek. Ardından, koordinatlarını vererek,herkesi sobeleyecek. “Ahmet, 38 derece 20 dakika Kuzey, 27 derece 4 dakika doğu koordinatlarındasın. Gördüm. Sobe!”  Yani saklanan arkadaşlarımızı saatlerce aradığımız oyun, teknoloji sayesinde, çok kısa zamanda sonlanacak ki saklambaç oyununun hiç ama hiç zevki kalmayacak. Hatta geleceğin dünyasındaki, hiç sönmeyen elektronik mumlar sayesinde yalancının mumu yatsıya kadar değil, bizden uzun ömürlü piller bitene kadar ya da kendi utanana kadar yanacak.  Ayrıca gelecekte, boşalan pilleri şarj etmek için, ağzımızdan çıkan havayı elektriğe çeviren aletleri kullanacağız. O günlerde trafik de daha düzenli ve gürültüsüz olacak. Çünkü arabaları robotlar kullanacak ve taraflar arasında kavga çıkması durumunda; taş, sopa, bıçak, levye … vb. gibi silahlar yerine su tabancaları devreye girecek. Belki bu cümleleri zihin midesinde sindirince, saçma geliyor olabilir ama ihtimaller denizinde boğulurken, yuttuğum düşünceleri aktarıyorum şu an sana.


…Belki de bizim, şu anda çok fonksiyonlu robot ürettiğimizde sevindiğimiz gibi, yarın robotlarda, söz dinleyen ve misafirliğe gittiğinde akıllı uslu oturan çocuklar klonladıkları için mutlu olacaklar. Yani zamanla devrin insanı değil de devrelerin istediği gibi davranan insan olabiliriz gibime geliyor. Ne de olsa insanoğlu olarak, yaşadığımız döneme ayak uydurmayı çok iyi biliyoruz. Vals, samba, çaça, rumba, misket, tango, horon, rap, kolbastı… ve tarihe yürüyen ayaklardan üç ileri bir geri... Ne de olsa bütün dünya uzun bir süre bu kahraman savaşçıların dansını seyretti.İşte öyle, böyle derken, yeni gün tarihleri eskilerimizin arasında kaybolup gitti  ve birçok gencimizi,bu kontrol edilemez akıştaki gelecek kaygısı mahvetti… Böyle havada istifa ettim/Evkaftaki memuriyetimden. /Tütüne böyle havada alıştım, /Böyle havada aşık oldum; (Pardon! Bir an kafam ORHAN VELİ KANIK’ a takıldı ve yazan yerimi durduramadım.)
Gördüğüm rüyadan aklımda kalanlar = Yıl 2101…  Radyasyonlu elektronik aletler, genetiği değiştirilmiş gıdalar, atmosferdeki deliklerden sızan ışınlar…vb. nedenlerden ötürü yeşeren insanoğlu, sanılanın aksine, robotlarla değil de bitkilerle savaşıyor. Nesli tükendiği için tek başına kalan kutup ayısına, bir buzdolabı markası, son günlerinde onu mutlu etmek için, sponsor olmuş ve bir yandan da reklamlarında rol aldırıyor. Dünya’nın çekiciliği kalmadığı için, uydumuz olan Ay’ı, bizden kopup gitmesin diye zincirle bağlamışlar. Hatta dedemin her gece yatmadan önce suya koyduğu dişleri, evrim teorisi yalan olmasın diye, sürüngen olup çoluk çocuğa karışmış... Çığlık atarak uyandım.
Eveeeet… Tik tak, tik tak… Engel olmaya çalışsakta, ilerleyen zamanla birlikte birçok şey gelişecek ve değişecek. İş bu ki, değişime ayak uydurup, bide üstüne kendimizi yenilemeyi ve geliştirerek değiştirmeyi başarabilirsek, dönemimizde bir güneş gibi parlayabiliriz.Hem kendi hem de başkaları için faydalı olabiliriz. Tıpkı geçmişte, toplumlara yol gösterenlerin,ışık tutanların yaptığı gibi...  Etrafımıza baktığımızda net bir şekilde görebiliriz. Okul yaşantımızda, evimizde, iş ortamımızda,arkadaş çevremizde hep bir değişim hakim. Yani geleceğin dünyası, değişik olacak. Ama korkmaya gerek yok. Çünkü değişim hepimize uğrayacak…

15 Ağustos 2011 Pazartesi

Yaşıtlarımla yaşlandım... Ne mutlu bana!


Üstüme gök düşsün ki yalan söylemiyorum.
Ben, eski ben değilim.
Artık hangi mağazaya girsem küçük şeyler değil,büyük şeyler dikkatimi çekiyor.
Artık küçük diye problem ettiğim bir şey kalmadı bana dair.
Artık çevremdekilerin nazar edebileceği sadece sağlığım var elimde.
Artık eskisi gibi kalabalık gruplarla dolaşamıyorum.
Kulağıma fil kaçsın ki doğruyu söylüyorum.
Ben, eski ben değilim.
Artık yüksek sesle müzik dinlemek beni rahatsız ediyor.
Artık geçen zamana daha fazla değer veriyorum.
Artık eski çapkınlığımdan eser kalmadı,tek kadına dertlerimi anlatmak yetiyor.
Artık nasihat almak yerine herkese nasihat veriyorum.
Göğüs kıllarımın arasından zürafalar görünsün ki gerçekleri paylaşıyorum.
Ben, eski ben değilim.
Eskisi gibi geceleri uyanıyorum fakat seni düşündüğüm için değil, tuvaletimi tutamadığım için
Eskisi gibi üç öğün yemek yiyorum fakat acıktığım için değil, yemekhanede öyle çıktığı için
Eskisi gibi çocuklarımla görüşüyorum fakat özlediğim için değil, ayda bir beni ziyarete geldikleri için
Eskisi gibi erkenden uyanıyorum fakat işe gitmek için değil, hocanın davetine uyup dersime çalışmak için
Kafamda kalan üç beş tel saçım da dökülsün ki en samimi düşüncemi paylaşıyorum.
Ben, eski ben değilim.
Keşke diye düşünüp, eskilerime ve eskitemediklerime ağlamıyorum
Keşke diye düşünüp, yapamadıklarıma ve yaptıramadıklarıma ağlamıyorum
Keşke diye düşünüp, yarınlarıma aktaramadıklarıma ağlamıyorum.


          Ben bir aralar eski bendim. Haklısın… Fakat ben çok değiştim.  Arada benim gibi yaşlılarla oturup tartışıyoruz. Bunca sene sonra neydi elimize geçen diye. Belki de hayatımda gördüğüm en sessiz ve öğrenme odaklı tartışmalar bunlar. Herkes suskun bir şekilde pür dikkat durmuş ve acaba biri bunun cevabını verebilecek mi diye bekleyen gözler hakim etrafa. Ama çıt yok. Herkes birbirini neden bilmiyorsun cevabı diye azarlıyor,hiç konuşmadan,bağır çağır.
Ben bir aralar eski bendim. Haklısın… Fakat ben çok değiştim. Kirpiklerim bile buz tuttu,şahit olduklarım yüzünden. Herkes kıllarımdaki beyazlığı yaşlılıktan zannediyor olsa da bu sırrı bir sen biliyorsun.
Değişen bir ben değilim. Bak adresimde değişti. Çocuklarım beni,kendilerine huzur ortamı sağlamak için huzur evine bıraktılar. İyi ki zamanında sivil toplum örgütleriyle çalışıp,buraların problemleriyle ilgilenmişim yoksa şimdi başıma dert olacaktı her biri… Bazen acaba beni buraya değil de buradan sonra gideceğim cami avlusuna mı bıraksalardı erkenden, diyorum. Hep çocuklar bırakılmaz ya avluya,beni de bırakıp kaçabilirlerdi.                  Bende en masum halimle, hocanın beni bulmasını beklerdim. En azından şu anda bırakıldığım yerde “nasıl yaşarsan yaşa,gelirsin bir gün bu yaşa “ örnekleriyle karşılaşmazdım. Ama haklarını vermek lazım,örneklerin hepsi tek tek birer inci. Ama bu aralar pırlanta moda olduğundan onlarıda buralara bırakmışlar.
Değişen bir ben değilim. Değişen zamanın,hayatın ta kendisi…
Seninle tanıştığımız parkta alışveriş merkezi var.  Seninle oturduğumuz muhallebici artık emlak ofisi.
Her zaman korktuğumuz o ak sakallı adam bile ben oldum.
Sana ,tanıdığım, duygularını geviş getiren, insanlar üzerine yemin ederim ki ben çok değiştim.

12 Ağustos 2011 Cuma

Oyun Bitti.....


                     Önüm arkam sağım solum saklanmayan ebe sobe!… Önüm arkam sağım solum, saklanmayan ebe sobe… Nerede bu iyi, dürüst ve güzel insanlar? Lütfen çıkın artık ortaya çünkü sizi sobelemek istiyorum.  Güzel ve iyi insanlar, hep bizler için iyisini düşünen insanlar neredesiniz? Hadi artık sobelenin. Baksanıza 40 yıldır sizi sobelemeye çalışıyorum. Yakında bu dünyadan göçüp gideceğim fakat hiç birinizle tanışamadım. Yoksa sizler yoksunuzda benim mi haberim yok? Fakat oyuna başlarken hep sizden bahsediyorlardı ve ben hep sizin gibi olmak istiyordum.  Ne olur artık çıkın ortaya, sizleri sobelemek istiyorum. Ayrıca oyun bitmek üzere, neden saklanmaya devam ediyorsunuz ki? Birazdan beni çağıracaklar ve tekrar yuvama geri dönmek zorunda kalacağım. Yani geldiğim gibi gideceğim.  En azından benim ebelik sürecim sona erecek.  Yani bana gönlünüzce sobelenebilirsiniz. Ayrıca ben sır saklamayı çok iyi bilirim ve kimselere sizlerle tanıştığımı ve sizleri sobelediğimi söylemem.  Bide eğer gelirseniz size elimdeki bütün misketlerimi verebilirim. Nasıl olsa yakın zamanda beni bu oyun alanına bir daha almayacaklar.

                Aaaaa… Duyuyor musunuz? Bana sesleniyorlar…   Bu gelen ses ne anneme ait, nede babama…  Ama hiç olmadığı kadar tanıdık ve soğuk bir ses, fakat hep hayal ettiğim gibi.
-Tamam tamam!!! Duydum. Şu anda oyun oynuyorum. Biraz daha oynayıp geleceğim. Lütfen biraz daha dışarıda kalayım. Zaten herkes de dışarıda. Baksana, tam oyunun en güzel yerindeyiz. Şimdi oyun yarıda bırakılır mı? Lütfen biraz daha…  Lütfeeen! Daha iyi, dürüst ve güzel insanları sobeleyemedim bile…  Zaten hiç oynadığımı bile anlayamadım ki yeni yeni zevk almaya başlamıştım. Hemen çağırıyorsun! Gelmicem işte gelmicem… Uffff!!!  Zaten gelsemde bir daha oynamama izin vermezsin ki…  Biliyorum, bir daha dışarı çıkamıcam.


                Ufffffff…  Hadi iyi,dürüst ve güzel insanlar! Çıkında hepinizi sobeleyip öyle gideyim.  Bakın ısrarla beni çağırıyorlar.  En azından daha sonra karşılaşırsak, birbirimizi tanıyabiliriz.  Bide korkmanıza gerek yok, kötüler size bişey yapamaz. Ben sizi koruyabilirim. Bunca yıldır, hep kötülerle savaştım. Daha doğrusu bütün kötülükleri gördüm. Ama yıkılmadım. Halen ayaktayım ve oyuna devam etmeye çalışıyorum. Her ne kadar onlar, oyun bozanlık, mızıkçılık yapmış olsalarda, ben oyunumu oynamaktan vazgeçmedim. Beni hep köşeye itmeye çalıştılar, dışladılar fakat ben onlardan daha güçlü olduğum için… Ufffff!…  Gördünüz mü işte beni almaya geldiler. Hadi… Bakın beni götürüyorlar.  En azından birinizi sobeleyebilseydim olmaz mıydı?
-Biraz daha oynamak istiyorum. Ne olur bırakın? Bakın eğer bırakırsanız bende iyi insanlar gibi saklanır hiç çıkmam dışarı. Biraz daha oynasam ne olur ki? Kime zararım var? Sessizce oynamaya devam ediyorum. Hadi ama… Biraz daha oynarsam, kendim gelirim zaten. Kesin sıkılırım. Hem daha oynamak istediğim bir sürü oyun vardı. Onları oynayacaktım. Çocuklarımla birlikte yeni oyunlar öğrenecektik. Karımın bana öğrettiği oyunları tekrar oynayacaktık ve yenilerini ekleyecektik.  Ayrıca neden beni el üstünde taşıyorsunuz ki. Ne gerek var. Hadi bırakın beni. Hadi ne olur bırakında oynamaya devam edeyim.  Hava tamamiyle kararmış olabilir ama ben karanlıkta olsa oynamaya devam etmek istiyorum. Ayrıca her gecenin, bir sabahı yok mudur? Oynarken bu karanlığı aydınlık ederiz beklide… Bakın beni bırakırsanız size bütün malımı mülkümü veririm.  Bu güne kadar kazandığım her şeyi veririm.  İstediğim biraz daha zaman.  Anlıyorum, her yer karanlık, hava çok soğuk, fakat benim oyunum daha devam ediyor. En azından son oynadığım oyunu bitirmeme izin verseydiniz.


             İyi,dürüst ve güzel insanlar… Hadi çıkın artık, kurtarın beni… Siz konuşun benim yerime, götürmesinler beni. Bıraksınlarda sizinle oyunumuza devam edelim. Bakın eğer bu işi hallederseniz, sizi sobelemektende vazgeçerim. Ne olur, biraz zaman bulun benim için.
-En azından eşime ve çocuklarıma bir veda etseydim. Şimdi onlar benim mızıkçılık yaptığımı,oyun bozan kişi olduğumu düşünecekler. Sadece durumu anlatıp, onları ebeleyip gelecem.  Kaçıp saklanmayacam. Hemen gelicem. Hadi indirin beni yere. Ayrıca beni kapattığınız şu, çocukken  de saklandığım elbise dolabından çıkarında daha rahat nefes alayım. Elbiseler yüzünden hareket edemiyorum içeride. Çok sıkıldım!!! 
-Nasıl hayır…!? Nasıl hayır…? Hadi… Çıkarııııııııın beniiiiiiiiii şurdan…! Daha 40 yıldır dışarıdayım. Çok olmadı. Hemen içeriye almanın ne gereği var.  Bide ben koskocaman adamım. Ne zaman geliceğime kendim karar verebilirim.  Bana zorla hiçbirşey yaptıramazsınız. İstesenizde yaptıramazsınız. Buna düpedüz adam kaçırma derler. 
İyi, dürüst ve güzel insanlar!… Adam kaçırıyorlar! Kurtarın beni…  Söz veriyorum, hiç birinizin suratına bakmayacam. Sizleri tanımıcam, tanımaya çalışmayacam.  Lütfen bana yardım edin. Bu adamlar beni buz dolabıma kapatmış, omuzlarında taşıyarak kaçırıyorlar. Üstümede hiç giymediğim bir şey giydirmişler. Ufffff…  Ben cepsiz kıyafetten nefret ederim. Misketlerimide çaldılar herhalde, ya bu güne kadar kazandıklarım, hepsini aldılar herhalde…  Lütfen yardım edin. Ben hiçbirşey yapmadım. Kötü bir şey hiç yapmadım. Ama bana hep kötülük yaptılar. İyi hiç görmedim ki iyilik göreyim.  Eminim iyiydim, en azından kötüden iyiydim. Normal yaşadım. Normal yaşlandım. 2 çocuğum, bir eşim vardı fakat benim dünyada eşim, benzerim yoktu. Zaten olsa  kötüler çoktan benzetirlerdi. Herşeyim, herşeyimdi…  Çalmadım, çırpmadım ama çalanıda hiç kırmadım.  Yav ben ne yaptım ki…? Daha hiç bir şey yapmadım, yapamadım.


               -Bırakın beni bırakın!  Benim yerime başkasını alsanız olmaz mı? Benim daha ödenmemiş borçlarım var. Ayrıca komşum daha yaşlı ve hasta… Bence benden önce onu almalısınız. Bide bide, ben daha hazır değilim ki… Ben daha 40’ımı çıkarıyordum. 41’e kalmaz sınava hazırlanacaktım. Şimdi beni sınava alsanızda geçemem ki… Bunca sene kendimi sınava çalışmaya hazırladım. Tam sınava hazırlanmaya başlayacakken, siz beni götürüyorsunuz. Biraz zaman verirseniz hepsini birden hallederim. Çalışkan adamımdır. Daha yapmayı planladığım bir sürü hayır işide var. Beni şimdi götürürseniz onları kim yapacak. Aaaaa…! Şimdi aklıma geldi, aslında ben 2 güne kalmaz sigarayıda bırakacaktım aslında… Hatta sağlıklı hayata adımımı atacaktım. Sırf daha uzun yaşamaya yatırım olsun diye… 2 yıl sonra bide chack-up... Hadi çıkarın şu üstümdeki kıyafeti. Çok sıcak oldu. Bu soğukta terletti beni. Ayrıca birinde mum ya da fener yok mu? Giderken yolumuzu kaybetmeyelim.  Bide şimdi bişey daha aklıma geldi. Yıllardır çok üzdüğüm anneciğime onu çok sevdiğimi söyleyecektim. Bi söyleyip gelsem olmaz mı?
-Anladım… Siz kararlısınız. Tamam, beni zorlamanıza gerek yok.  Ayrıca kaçmayayım diye beni bu güzel manzaralı gökdelene kilitlemenize hiç gerek yok.   Nede olsa bana giydirdiğiniz bu kıyafetle hiçbir yere kaçamam.Sokakta, toplum arasında utanırım. Kendini çıplak gibi hissettiriyor. 
- Aaaaa… Zaten bütün ailemde buradaymış. Demek  sizlerinde haberi vardı. Bende bir an sizlerden habersiz oluyor bunlar sandım.  Benim için meraklanırsınız diye korktum. Bilirim, çocuklarım ve eşim habersiz ortadan kaybolduğumda hemen panik olurlar ki geçenlerde telefonumun şarjı bittiğinde neler neler yaşamışlardı. Gerçi aynı durumda bende olsam,onlar gibi ortalığı ayağa kaldırırdım. İyiki buradasınız canlarım benim. Gitmeden önce sarılırız hem doyasıya. Her zaman beni işe yolcu eder gibi…Gerçi bunca senedir doyamamışım bundan sonra nasıl doyayım. En azından geri dönene kadar. 
-Heeeeyyyy…. Beni götürenler,bu yolculuk çok uzun sürmeyecek herhalde. Nede olsa bir sürü işim yarım kaldı. Daha gelip onları tamamlayacam.
-İşte şurada duran benim karım. Ne kadar da güzel değil mi? Tanıştığımız ilk günü hatırlıyorumda, herhalde hayatta bana verilen en güzel 3 şeyden  biridir kendileri, diğer ikisinide zaten onunla evlendikten sonra o bana verdi… Onlarda hemen annelerinin yanında. İkiside kocaman oldular fakat halen gözümde minnacıklar.
-Nereye gidiyoruz gene… Durdurun şu treni. Ailemle daha kucaklaşamadım bile… Makinist!! Durdur şu treni… 2 dakikada vedalaşırız. Tıpkı işe giderkenki gibi… Durdurun şu treni…  Ben gelmekten vazgeçtim. Zaten gelmeyide hiç istememiştim. Durdurun!!!
-Nasıl yani bu tren değil. O zaman gözüme giren dumanda neyin nesi… Baksana tekrar üstüme geliyor. Ahhh!  Burnuma da kaçtı…  Gerçi bu duman toprak kokuyor ama bu toprak olamaz. Çünkü hiçbir toprak üstümde böyle bulut gibi duramaz. 
-Lütfen bırakın beni… Bakın benim hayatımda bir sürü KEŞKE var… Hatta hepsi cebimde… İnanmıyorsanız bakın. Benim elim oraya ulaşmıyor. Yoksa hepsini ben gösterirdim.  Tıpkı…


9 Ağustos 2011 Salı

AŞK-I MEKTUP


Kayıp sevgililer ansiklopedisine yeni eklenenler…

Zaman ne çabuk ilerliyor ve nedense gün hızlı geçiyor fakat günün getirdikleri bir türlü geçmiyor.  Acısıyla, tatlısıyla ve özellikle…
           Her geçen özel anlardan sonra kendime bekleyeceğim yeni bir gün buluyorum. Sonra kendi kendime beklemeye koyuluyorum. O günü, öyle düşünüyorum, planlıyorum. Sana söyleyeceklerimi kelime kelime, alacağım nefesi bile... Sonra o güne gelince, her şey birbirine giriyor. Kendi sessiz çığlığımda boğuyorum herşeyi ve senin için görünmez, duyulmaz yapıyorum. Aslında isteyerek değil fakat, aptallaşma dedikleri böyle bir şey olsa gerek. Seni düşünmek…
          Aşk nedir, sevgi nedir, İnsanın gönlünün yanması nedir, aşk acısı nedir, düşünceler ve duygular nasıl sancır, aldığı nefes nasıl yakar insanı???… Bunların hepsini biliyorum ancak soran olsa nasıl anlatırım, nasıl gösteririm bilemiyorum. Bazen rahat bir nefes almak için sadece sana sarılıp, kokunu içime çekmek istiyorum.  Bu duygunun hayali bile bir enteresan ediyor beni. Ama ciğerim senin kokuna bulanmış oksijen yerine, her nefeste beni yakıyor.
Gene saçma sapan konuşuyorum.
           Halen her zamanki gibi güzelsin. Uykudan yeni kalksan da, her tarafın toz toprağa bulanmış olsada…  Her anında, her hayalimde, her fotoğrafında…  Sana dair hiçbir şeyi kaldıramadım: evimde, rüyamda, gökyüzünde, yeryüzünde…
Herhalde ilk kez bende unuttuğun hayaline teşekkür etmem gerek. Çünkü ilk kez bana böylesine dokunuyor. Nede olsa…
          Sana ulaşmak ve seninle konuşmak için… Uffff!… Lanet çenem açıldımı kapanmak bilmiyor. Eksik kalan cümleler saçılıyor her açtığımda. Aslında ben tutuyorum kendimi ama ruhumda, yalnızlığının açtığı yaranın kanarken çıkarttığı düşünceleri durduramıyorum. Etkiliyor senden geriye kalan beni...


            Birbirimizi tercih kumarında kaybederken, zaman poşetine, ayrılık cümleleri koyduk fakat geçirdiğimiz güzel anları yaşadığımız yerde unuttuk. Gelecek planlarımızın yapraklarının yeşerdiği ağacımızı hepten kuruttuk. Hayallerimizi hayatımıza taşımayalım diye, her şey hatalıydı bize dair. Sende, bende dahil.
Ben senden vazgeçmeyi hiçbir zaman düşünmemiştim, düşünemedim. Herşeye rağmen düşünmekte istemiyorum. Yaşananların hepsi kabus olsun istiyorum. Uyandığıma sevindiren…
 En son karşılaşıp durduğumuzda, hani herkesi dondurduğumuzda, seni öpecektim ve herşey filmlerdeki gibi bittiği yerden başlayacaktı ama…  Ve işte karşımızda bir ama daha yanında keşkelerle birlikte… 
Belki ara ara aklına geliyorumdur. Gerçi bilirim elini telefona atıp bir mesaj bile yazamazsın. Arayamazsın bile ki ben seninle konuşurken kullandığım hattımı halen yanımda ve açık tutuyorum. Şarjının bitmesine bile izin vermiyorum. Numaram sırf beni kaybolduğum yerden bul diye aynı. Aslında elimden gelen her şeyi yapmaya çalışıyorum. Sırf elin elime geri gelsin diye. Fakat sen… Gene çığırından çıkmaya başladı sözcüklerim.


         Bu arada sınavlarında bitti sanırım.  Umarım başarılı olmuşsundur diyeceğim ki buna gerek yok, nede olsa sen halletmişsindir. Umarım herşeyin mükemmel ve mutlusundur. Zaten seni mutsuz düşünemiyorum, çünkü senin mutsuzluğunda ben karanlığa düşüyorum. Gülüşün aydınlatıyor dünyamı. Şu anda İstanbul’da mısın? Belkide Ankara’da, belki Bursa’da, Afyon’da, Yozgat’ta, Ağrı’da, Diyarbakır’da, Hatay’da, Trabzon’da, belkide…
Nerede olursan ol ben o gün 12:34 te… Aynı yere geleceğim ve sadece gelmeni bekleyeceğim…  Hem de dizaynı değiştirilmiş olsa da, seninle oturduğumuz o masada, seninleyken kulağıma gelen o şarkıyla birlikte… Daha öncesinde de sahilde olacağım. Karşılaştığımız, ilk defa görüştüğümüz o esrarengiz yerde… Belki yemeyecek olsam da o günkü gibi bir kumpir alırım kendime… Seni bekleyeceğim. Öyle sessizce… Her zamanki gibi geç kalırım belki… Yok yok…


           Gurur…?
           Seni seviyorum ve bunun için hiç pişman olmadım.  Bekleyeceğim… Gelmezsen ya da gelemezsen biter mi? Bu soruyu yazarken kendi kendime gülüyorum. Çünkü cevabı bence sende, bende biliyoruz. Bitmez…  Bitmeyecek…   Sadece başka güne erteleyeceğim bekleyişimi…
Bir mesajın, bir telefonun ya da bana yol gösterecek herhangi bir şey… Bazen bulutları bile mesaj diye sen yolladın sanıyorum ve bir anda uyanıyorum karanlığa…
İstanbul’da olmayıp, Dünya’nın bir ucuna çağırsan koşarak gelirim.
Bir mesajın, bir telefonun… Olmasada ….
Bekleyeceğim…
          İyiki seni tanımışım, iyiki o gözlerin yüreğime kazınmış, iyiki varsın, iyiki o gün oraya gelip seni görmüşüm…
Bekleyeceğim…

""Eğer ne düşüneceğiniz ya da nasıl hareket edeceğiniz konusunda iki seçim şansınız varsa, ölümlerimizin bu dünyaya bir zevk getirmeyeceğini bilerek yaşama daha sıkı sarılmalısınız." — John Steinbeck "" 

5 Ağustos 2011 Cuma

Geçmişimin kahramanı bir "ben" kaldım geriye...


        Derdin, derdimdi. Dermanını herkes tek cümlede der giderdi. Çünkü benimle hiç kimse dışındakiler tek kelime ederdi. Ne de olsa “ayrılık” benim için harcanabilecek tek sözel değerdi. O da ölümle eş değerdi. Zaten fazla sözün üstü kalır, harf başına kulağımdan bahşiş yakalayan aklım, çoluğunun çocuğunun son rızkını da düşüncelere yatırırdı. Kiloyla kötülediğim yaşanmışlıklarım, kilo aldırırdı acılarıma. Derin bir devlet sancısıydı aslında, vücut soğukluğumda yapılan demokratik seçimlerimin başarısızlığı ve keşkelerin ağırlığıyla boynu bükülen umutlarımın titremesi.

Kusurların kusurlarımdı. Ne yedirdiysem karşımdakine duygularıma dair, ellerimde kalan onların tek nefesle kulaklarımdan kalbime kustuklarıydı. Ama kimse kusuruna baktırmadı, hep sakladı... Kendini peşin satıp, kusuru bende taksitle bulan tüketiciler, hayatıma misafir gelenler, umduklarını değil, burnumdan getirdikleriyle yetinmek zorunda kaldı. Beni her kadehte şerefine ayakta tutan ardı ve ne yazık ki damlaya damlaya ar namüsait kaldı.


        Aslında senliğim benliğimdi. Fakat herkes beni “sen” diye ezmedi, ezenin sebebini sorana sadece “ben” dedi. Her nefeste, geçmişe akan hayallerimi yiyenler, zannettiklerimle beslenip, her durakta üstüme binecek yeni birine yer açtılar. Kimsenin değeri, kim sorusunun manasında kaybolmaya kimileri tarafından desteklenerek servis edildi. Dün bugüne, güzel zamanlar kötülerine, giriş gelişmeye, oda sonucuna gebe kaldı. İşte bu babasız doğumlarda sancılarım sanaydı. Buzdolabı gibi çalışan göğüs kafesimin içinde saklananlar, belki bir gün kullanılırım diye bekleyenlerdi.  Düşüncelerimi düşünürken, düş kırıklarımı aldırmak için duygularımı düşürdüğüm berber koltuklarında, mezarcım kanayan sadakatimi kan taşlarıyla gömmek zorunda kaldı.

Yaşadıkların yaşadıklarımdı... Her yaş günümde yaşlanan yaşım, dertlenen başım vardı. Ağlayan yüreğimden gelen bulutların etkisiyle gözlerimden yaşlar akardı. Yaşken eğilen, sonra kurutulup

yenilen yerli fikirlerim, hiç tanışamadığım yabancı fikirler kadar değerli olamadı. Bu arada herkes uyurken ben en uyanıktım. Olanı, biteni ve bitireni gördüm. Pikselleri bozuktu anlayamadım fakat, şifre kutularından akıyordu. Baktım olmuyor bende uyuya kaldım.  ...  Artik uyar gezerim. Eski-di’li zamanları sadece rüya kadar yorumlayanlardanım. Artik olduğum noktada yeşerip, rüzgar nerden eserse o tarafa kokumu salarım.
  

     Eeey, eğrisi bana doğru ben! Öldüğün günü hatırla. Eskici hafızana sattığın leşlerinin ahlarla dolu kokusunu ve yediğin lokmanın toprak olduğunu unutma. Yeni günlerle sevişirken, her noktasında maziyi gündem et ki mazeret üretme. Sen seni bil, gerisini kimseye bildirme. Nede olsa bir gün, zahmet edipte zahmetime değinmeyenler, değdikleri her noktada değişimi fark edecekler.  Nede olsa insanlar beni bile benden ayırdılar diye sevinecekler. 

4 Ağustos 2011 Perşembe

Kuyunun gölgesinde...

        Gururumu astığım cami minaresinden sela veriliyor şu an. Daha isim söylenmedi fakat şimdiden ölenin yerine koydum kendimi. Hiç olmadığı kadar temiz kokuyorum. Belki de hoca beni yıkadı, bilemiyorum. Bana soru soran yok ama mermerin soğukluğunu, tahta aralıklardan hissedebiliyorum. Ama nedendir bilmiyorum, hiç üşümüyorum. Belli mi olur, belkide haberimi alanların duygularını üşütüyorumdur. Dur hoca dur... İsmi söyleme de kendimi hazırlayayım bu duruma. Zaten fazla yakınım yok, duyup gelsin. Çünkü taze taze yaşarken, yakımdakilere hiç faydam yoktu ve insan canlısı için faydalanabildikleri, arkadaşlık-dostluk tahtasına saplanabilen oktu. Nede olsa bu dönme dolap dünyadan beklenti çoktu. Gereksizliklere insan hayatında hiç ama hiç yer yoktu. İşte şimdi söz hocada... Kazananı açıklayacak, selasının sonunda. Fakat hiç heyecan yaratmadan, yani her zamanki gibi, kaybedenlerin ismini söylemeden, söyleyip geçecek. Bu isimi hocadan duyanlar, facebooktan bakıp, teşhis edecekler kim o ölü diye. Belki üzülecekler, belki sevinecekler, belki bir boşluk daha bu karakterle dolacak, belkide google'da bile gideni bulamayacaklar. Çünkü gidenin, dünyadaki tüm hesaplarını gizli tutması veya silmiş olmasıda mümkün ... Ama bu sefer eminim, ben kazandım. En sonunda benide almaya geldi matematik ustası,kimsenin yapamayacağı işlemleri yapan. Benim için geldi hemde... Ruhumu bedenimden çıkartıp, sonuca ulaşacak ve beni sonuca ulaştıracak. Yıllardır beklediğim kuyrukta, sıra benim son nefesimde ve bu sefer iyi üfleyip bütün mumları söndürmeliyim. Hadi hocaaaa! Söyle adımı da, son bir görelim dostu,arkadaşı. Şimdi sen kazananın ben olduğunu söylemezsen, inanmazda kimse. Gerçi kimse gelmese de olur. Zahmet etmeye ne gerek var ki. Ayrıca kimse gelmese de, bu üstünde soğuk, mor dünya tatlısı bulunan tepsiyi, toprağa sunacak, tanımadığım ama keşke zamanında tanışabilseydim dediğim insanlar olacak. Hadi hoca! Açıkla şu ismimide, duysun cümle alem nasıl sonsuz yastıgına yatılıp uyunurmuş. Dünyayı üstüme örtmek için sabırsızlanıyorum. Herkes sessiz olsun! Şimdi geliyor. Ayrıca lütfen,hazine sandığını taşıyanlar dikkatli olsun. Nede olsa beni, yolculukta sallantı çok tutar. 

Ve hoca söz sende... Aaaa! Mümkün değil. Sana verilen ismi tekrar kontrol et hoca. Gene kaybetmiş olamam. Bu sefer çok hazırlanmıştım, hakettiğimi düşünüyordum. Hocam! Ne olur, tekrar kontrol edelim kağıdı. Belkide puanları yanlış toplamışsınızdır. Ya da gözünüzden birşeyler kaçmıştır. Bu kadar düşük beklemiyordum. Bütün soruları da cevaplamıştım. Kesin yüksek gelir, bende bu hayattan mezun olurum diyordum. Ama gene bekle... Yine bekle... Herkes sağlam vücutlarla bile tam tadında yaşayamadığı bu dünya sofrasından göçerken sonsuzluğa, ben sıkıştım bu felçli bedene, kaldım gene iki arada bir derede... Belki de bundan sonra sıra bende.